30 Aralık 2012 Pazar






Babacığımın en sevdiği parçalardan ikisi...

31 Ekim 2012 Çarşamba

Ülkenin kalkınmaktan ve çoğalmaktan daha fazla ihtiyaç duyduğu bir konu var,vicdan.Ve bu vicdan meselesi iktidara düşmez.

   Kürtaj yasağına karşı çıkıyor oluşum sayesinde 'Sen ne biçim Müslümansın!?' tepkileri üzerine..


  İslam'da insan,anne rahmine düştüğü andan itibaren fert sayılır ve böylece canının alınması cinayettir.
 Kanuna göreyse doğmamış bebek fert sayılmaz ve bu kanunun var olduğu ülkenin başbakanı 'Kürtajın Uludere Katliamından farkı yoktur!'diyemez..Derse karşı çıkan elbet olur.
 Fakat karşı çıkanların da aklanacak yanı elbette yok.Akp karşıtı olduklarını göstermek için saçmalamanın alemi yok.
(Sağlık zorunlulukları yüzünden yapılması gereken kürtajın yasaklanmasına karşı çıkanları hariç tutuyorum.)
 İçinde analık hissiyatı olan bir kadın çocuğunu öldürmez.Peki bu analık hissiyatı nasıl kaybolur?Tecavüze uğrayarak yani bir travma yüzünden..İstatistik veriler tecavüze uğramış kadınların ömür boyu psikolojik tedavi almalarının yüksek oranda olduğunu söylüyor.

 Tecavüze uğramış kadın o çocuğu doğurursa ömrü boyunca tecavüzcüsünü hatırlayacak ve anne-çocuk ilişkisi sağlıklı ilerlemeyecek.Tabii bu bir ihtimal.

  Ama bir kadın kaçamak cinsel ilişki yüzünden olan 'istenmeyen çocuğu' kusura bakmasın öldürmeye hakkı yok.Nefsini kontrol edemiyorsa çocuğun suçu ne?Kadın kendi bedeninde elbet kendi kararını uygular,onun bileceği iş.Fakat bu bedeni artık suçsuz bir bebekle paylaşıyor.
Bu ilişki sonucu çocuğu doğurursa onun için zorluklar başlıyor demektir.Kim bilir belki adam kadını istenmeyen çocukla beraber terk edecek..Çocuk gayri meşru doğma nedeniyle toplumda gördüğü muamele ile sağlıksız bir birey olacak.Ama kürtaj uygulanırsa bunların hiçbiri olmayacak kadın da erkek de mutlu mesut yaşayacak..

Amerikanın bazı gelişmemiş eyaletlerinde gayri meşru çocuk doğumlarının engellenmesi için,kadınların kürtaj yaptırması için belli bir bütçe ayırıyor.

Ama bizim devletin başındakiler Müslüman(!) olduğu için gayri meşru ilişkileri bu şekilde engellemeye çalışıyor.Üstelik dini değerleri araç kullanarak.
Devlete ne?Senin anayasanda 'Laik' yazıyordu hani..İnsanların ahlak ve vicdan bekçiliğini yapmak sana mı kalmış?
Ha pardon amaç nüfus fazlalığı ve kalkınmak değil mi Adalet Kalkınma Partisi?
Halkın ay sonun getirmek için ek işlere başvurduğu ülkede 3 çocuk istemen de bu yüzden zaten..Belki kürtaj da.
    Ülkenin kalkınmaktan ve çoğalmaktan daha fazla ihtiyaç duyduğu bir konu var,vicdan.
Ve vicdan insan kalbine yasakçı hükümlerle getirilmez..

12 Ekim 2012 Cuma

Klavye ateistlerinin ''Kadın" üzerinden sürdürdüğü dalga..

 Bazen ateistlerin kitap kapağı kaldırmadan kitap tozu yutmadan klavyeden dinlere çamur atma çabalarına rastlıyorum ve bu beni güldürüyor..Ateistliği internet sitelerindeki Niçe sözlerini benimsemekten ibaret sanıyorlar,düşünmüyorlar..Hatta öyle bilgisizler ki hakkında kulaktan dolma şeyleri (ki bu Türkiye'de hep böyle) ayette,sünnette,tasavvufta varmış gibi kabullenip alay ediyorlar..Ama sorsan Dante'nin İlahi Komedya'sını yüzde doksanı okumamıştır.

Yine bu aileleri tarafından zorla bayram namazına kaldırılan ''sanal ateistlerin" paylaşımlarına ve yazdıklarına göz atıyordum.Müslüman adamların çocuklarla evlenmesini eleştiriyorlar.İslamın buna izin verdiğini sanıyorlar...'Öyle bir şey yok,ergenlikten önce evlendirilemez' diyoruz,'Nasıl yok!Muhammed Ayşe ile 9 yaşında evlenmiş!' gibi saçma sapan rivayetleri İslam'a lanse ediyorşar..Bir keresinde deş öyle dediklerini gördüm,''İslam kadınlara ne kadar değer veriyor..Bakın Muhammed karınız size itaat etmezse onu dövündiyor!"

Bu yazıyı okuduktan sonra epey düşündüm.Evet.Veda Hutbesinde şöyle:

(eda Hutbesinin binlerce yıl önce Muhammed tarafından söylenmesine rağmen Evrensel İnsan Hakları ile ne kadar örtüştüğünü görebiliriz.)

''Eğer gelmesine müsaade etmediğiniz bir kimseyi evinize alırlarsa,Allah, size onları yataklarında yalnız bırakmanıza ve daha olmazsa hafifçe dövüp sakındırmanıza izin vermiştir."

yazıyor.( -kaynak için tıklayın- )
İşte sorun tam olarak bu!Buradaki ''dövün" Arapça'daki ''darb" kelimesinden tercüme edilmiştir.Tercüme eden ''Türk Din Adamları" kelimeyi nefsi lehine çevirmiştir ve yıllarca halka böyle okutulmuştur.Hatta kadının şiddete uğramasını Türk Erkeği ''E din öyle buyuruyor" bahanesine sığındırıyor.Oysa ki ''darbın" sarsmak,itmek,cezalandırmak anlamı da var. ''gelmesine müsaade etmediğiniz bir kimseyi evinize alırlarsa" daki ''kimse" müzekker yani erkektir.Bu erkek de hutbede yabancı erkek olarak kastedilmekte.
630'lu yıllarda Arap Cahiliyesi ve sözde ''Çağdaş Avrupa''da bile kadınlar,erkeklerin soyunu devam ettirmeye yarayan çocuk doğurma makineleri olarak görülürken bu rezalete son veren Muhammed'in İslam çağrısı değil miydi?
.İslam,kadını  kocasına ve ailesine ihanet etmediği sürece kadına her türlü özgürlüğü zaten verdi.
Örneğin kadının kocasını boşama hakkı.Kadın hayatını o erkekle devam ettirmek ve çocuklarını onunla büyütmek istemiyorsa çocuklarını yanına alıp başkasıyla evlenebilir veya iffetini ve çocuklarını koruyarak kendi ayakları üzerinde durabilir.Ve kadının nikah sırasında eşinden mehir miktarını,boşanırsa alacağı tazminatı ve üzerine kuma gelmesini reddetmesinin de hakkı olduğunu hatırlatmak gerek..Çünkü bu ülkede kadınlar bu haklarından habersiz.

Fakat Katolikler'de öyle mi?..Değil kadının,erkeğin bile bu evliliğe son vermeye hakkı yok.Çünkü hangi mantığa hizmetse ''Dinde yeri yok''..Birbirini sevmeyen karı-koca başkalarına aşık oluyor,cinsel ve duygusal ihtiyaçlarını giderdikten sonra gayri meşru çocuklar oluyor.Fakat bu çocuğun annesinin ve babasının evlenmesi imkansız,çünkü başka aileleri var.Sonra o çocuk toplumda ''öteki" muamelesi görüyor ve sağlıksız bir birey olarak ömrünü tamamlıyor.Ali Şeriati ''Kadın" adlı kitabında,Amerika'daki Katoliklerin gayri meşru çocukları hakkında yazmıştır,sf.65'i okumanızı öneririm.
İslam kadına öyle değer veriyor ki ilk iman etme(Hz.Hatice) ve ilk şehid olma(Hz. Sümeyye) şanın kadına veriyor.Şunu asla inkar edemezsiniz:İslam'da aile kavramı çok önemli.Ailedeki esas unsur anne,yani kadındır.İslam'ın buyurdukları ve özgürlükleri mutlu bir kadını,mutlu bir kadın mutlu bir aileyi,mutlu bir aile mutlu çocukları,mutlu çocuklar mutlu bireyleri ve bu bireylerse mutlu ve sadakat çerçevesinde bir dünya oluşturur.


“Onlar hala Kur'an üzerine gerektiği gibi düşünmeyecekler mi?"

 (Nisa 4/82)




23 Ağustos 2012 Perşembe

Ön yargılar Öldürür

 


Başörtüsüyle istediğin ortama girmek sadece Türkiye'de mi bu denli zor?
Cevap:Evet.

Müptelası olduğum müziğin her bas gitar tınısında  yandaki fotoğrafta gördüğünüz basçı geliyor aklıma.


11Aralık 2011'de destek için Kocaeli Rock Fest'e gitmiştim.Death metal'den nefret ederim.Ama grupların çoğunun death yapması umurumda değildi,sadece Türkiye'de metalin gelişmesini ve yaygınlaşmasını isteyen bir dinleyici olarak bilet aldım ve gittim..Grupların fotoğraflarını çekip Bloguma falan koyacaktım ve kendi çapımda reklamlarını yapacaktım.Sadece minicik bir destek.


Konserin sonlarına doğru siyah-beyaz makyajlı bir grup çıktı sahneye-adını bilmiyorum gerek de yok zaten-ve objektifime bu kare yakalandı.Beni beğenmemiş beyefendi.Ama bu sadece objektife yansıyan,orada birçok nefret ve şaşkınlık dolu bakışla karşılaştığımı söyleyebilirim.Beni görünce yanındaki arkadaşının kolunu dürten kişilerin sayısı az değil.
Vasat bir grubun sevmediğim metal türünü çalarken beğenmediğim anlaşılmasın diye surat ekşitmemeye çalışmama rağmen böyle bir muameleyle karşılaşmak beni aşırı üzdü.

Aynı muameleyi gittiğim diğer konserlerde de gördüm.Örneğin Soniphere 2011'de yanındaki arkadaşını dürtükleyip gözümün içine bakarak 'Olm bunların ne işi var la burada.' dediği de hiç aklımdan çıkmaz.

Müziğin birleştiriciliğine gönülden inananlar var mı?Varsa eğer şunu söylemeliyim ki bu Türkiye için geçerli değil.Ben bunu geç anladım.

12 Ağustos 2012 Pazar

Duyuyor musunuz?Fanatiklerin gürültüsü mazlumların iniltilerini bastırıyor.

 


Cafenin bahçesine maç izlemek için taşan bu kalabalık Kibritçi Kız öyküsünü getirdi aklıma..Orada soğuktan ölmek üzere olan kızı kimse dikkate almıyordu.Şu kalabalığa bakın,polisinden siviline kadar herkes toplanmış öküz gibi bağırıyor.Aynı kalabalık Bosna'da,Filistin'de Afrika'da ölen çocuklara yardım etmek için böyle toplandı mı? Veya bir stadyum dolusu insan toplayabilir miydik yoksullara para vermeleri için?Hayır.İşte bu yüzden futboldan nefret ediyorum.Futbolculardan da.N
erede o Lefter'lerin,Metin Oktay'ların babacan tavırları?Spor ahlakı Emre'nin faşist söylemi ve Melo'nun edepsiz hareketinden ibaret oldu artık.Tamam,spor önemli bir şey insanların eğlenmeye hakkı var ama kaybedince hıncını durak camlarından alacak,kazanınca da gece boyunca arabanda korna öttürerek milleti rahatsız edeceksen başlarım eğlencene.Spor bunlar olmadan da coşkuyla takip edilebiliyor,mesela basketbol.Ha pardon,futbol kardeşlikti değil mi..Doğru,karşı takımın canına zarar veren kardeşlik..Hiç uğruna.Futbol içinde kirli paralar dönen bir endüstri artık.Spor demek gelmiyor içimden.Ve yanyana gelen iki renge bu denli anlam yüklemeye devam edin siz.
Neyse,çok konuştum,siz derbi heyecanından kalp krizi geçirin,ölün.
Çünkü dünyada başka sorun yok.

14 Haziran 2012 Perşembe

Milliyet övgüsünden sıyrıl,ondan sonra Che tişörtü giy..

 


Bugün 14 Haziran, Commandante  Che'nin 84. yaş günü. Ve bugün Che tişörtleri giyip oraya buraya Che'nin sözlerini yazan sözde solcu entelektüellerin kendini belli edeceği gün ..Che ve yoldaşlarının neyi savunduklarını ne uğruna can verdiklerini bilmeyerek kendilerine solcu diyecekleri gün..

Bugün 'sol' partilere bel bağlayan pasifistlerin devrim umuduyla yaşadıklarını unutarak 'Yolun,yolumuzdur Che!' diye haykıracaklar.Oysa Che'nin yolu pasifizme karşı bir fiil gerektiren yoldu. Sosyalizmin askeri darbeler ile değil,halkın bütünlüğüyle olacak devrime inanmıştı Che.
Sosyalizmin 's'sinden anlamayan milliyetçiler,millet ile halkın aynı anlama gelmediğini bilmeyecekler ve oy verdikleri sol partilerle devrimci ruhlarını(!) tatmin edecekler.
Hala Che'nin cinsel tercihinden dolayı soru işaretleri olacak kafalarında ve çantasından Atatürk'ün yazdığı Nutuk kitabının çıktığına inanacaklar.
'Ne mutlu Türk'üm' deyip Türk olmakla övünecekler.
Lağım farelerinin izini süren papyonlu politikacıları destekleyip kapitalizme köle olmuş şekilde ilerleyecekler.Diktatörlerin sempatizanlığını yaparken Che'yi sevdiklerini söyleyecekler.
Onlar Che'yi de,sosyalizmi de,sol görüşü de,halkların kardeşliğini de,hür ruhu da anlamayacaklar..

İyi ki doğdun Ernesto Che Guevara!İyi ki doğdun milliyeti olmayan adam!

Kahve.

 


Kahve...Köpüksüz,şekersiz,acı ve sıcak..Bir içecek bu kadar çok sevilir mi?!Bu kahve aşkım çok eskiden beri var aslında..

 Küçükken bana göre yetişkin olmak kahve içmek
 demekti..Evin genç kızı kahveyi yapar..Köpük hilesinide unutmaz(köpük hilesi:kahve piştikten sonra fincanlara dökülür ve üzerleindeki köpükler kaşık ile fincanlara paylaştırılır tükürmek değil yani..)tepsiden gözünü ayırmadan içerdekilere sunar..O yapan kızı çok özenirdim.içimden 'biz de varız burda insan bize de koyar'derdim.Babamın kahvesinde olurdu hep gözüm o da beni kıramamaz içirirdi tabii şu sözü söyleyip 'bukadar kahve içesen karakız olursun..düğününde kar yağar.'Kalabalık içinde herkes kahvelerini hüpürdetip siyasetten bahsederdi...
 Şimdi o gıcık olduğum,bana kahve koymayan abla gibiyim.İstediğim kadar kahve içiyorum,köpük hilesi yapabiliyorum,'eline sağlık kızım' lafını işitebiliyorum..Tek fark ben küçük çocuklarada 'kahve ister misiniz?' diye soruyorum..Tabii arkadan annesi 'aa..çocuk kahve mi içermiş!..' diyor o ayrı..Şimdiyse 'karakız' olacağım günü ve 'kar yağacak düğünümü' bekliyorum..

Enkazdaki Tatlı Portakalın Kokusu


 Yıl 1999..17 Ağustos depreminden 4 ay sonra..Ailemizin ruhen yıkımı ve Küçük Rana..Depremi yaşadığımıza dair pek bir şey hatırlamam..Fakat unutmadığım şeyler de yok değil..
  Anneannem ve dedem aylarca çadırda kaldıktan sonra başka bir eve taşındı. Depremde sağ kalan eski,kasvetli ''soğuk '' bir ev..Bahçesi çalılıklarla dolu ve karanlıktı.Yerle bir olan Adapazarı..Ama o durumda bile gülen ve anneannem ve dedem  vardı..Güldüren.
  Ailenin genetiğinde olan et düşkünlüğü bende de vardı elbet.Ve dedemin milletin ekmek için bile saatlerce beklediği zamanda kasap,market hiçbiri olmadığı halde almıştı..Nasıl aldığını bilmiyorum kimseye sormadım da..Acaba sağ olsaydı sorar mıydım ?!
  Bir de deprem oyunu..Zeki kuzenimin parlak fikriydi.Minderleri yıkıp altına girerdik.''İmdat!Kurtarın!''Şimdi oynadığımız oyunladan çok daha masumdu.
  O ev ben kokardı.Saçlarım,oyuncaklarım kokardı.Aslında dedemin ve anneannemin evi hep öyleydi.
Depremden yırtık bir şekilde çıkan lacivert koltuk silinmiş ve üzerine kare desenli örtü serilmişti yırtıklar görünmesin diye.Mutfakla birleşik o odada minik bir kuzine.İşte onu unutamam oyun oynadığımız minderleri önüne çeker otururduk dedem ben anneannem ve kardeşim..
   Ananemin ay şeklinde kestiği portakallar..Dedemin gazete hışırtıları,çıtırdayan odun sesi, şapırdatarak yiyen kardeşim..Unutmam o ''sıcak'' odayı.Yeşil-turuncu pijamamı ve sarı çoraplarım..Onlarla fotoğrafımın olması şans..Enkazda kalan onca fotoğraftan sonra fotoğrafların değeri iyi biliniyor..
    
     İşte o ''ay'' şekilli portakallar tatlıydı,çünkü o zamanlar ben üzülmeyim diye gülümsemelerinden taviz vermeden rol yapanlar vardı..

Şimdiyse ekşiler..
 

7 Haziran 2012 Perşembe

Perihan Savaş'ın Fasulyesi.

  


Eski türk filmlerini sevdiğim pek söylenemez..İzleyecekcek bir şey olmadığı zaman izlerdim şu 'Afacan,Sezercik,Bitirimler Sınıfı'' vb. gibi filmleri...
 Bitirimler Sınıfı'nı 10 yaşında falan izlemişimdir..Ve hiç unutamdığım sahneyse öğretmen rolündeki Perihan Savaş'ın fasulye yiyiş sahnesiydi..
  Sezercik okulda ceza alır ve yemek yemesi yasaklanır.Zehra Hanım(Adile Naşit) ona gizlice yemek götürür o sırada bayan öğretmen (Perihan Savaş) gelir ve o yemeği yani fasulyeyi ağız sulandıracak şekilde yer..
  Sezeciğin bakışları gözümün önündedir hala.
 Taze fasulyeyi zaten çok severim , o gün anneme taze fasulye yaptırdığımı iyi hatırlıyorum..O sahneden sonra insan tok bile olsa 2 tabak fasulye yer.Yerken fasulyeyi aynı Perihan Savaş gibi ön dişleriyle çiğner.

18 Mart 2012 Pazar

"Hayat Sokaklarda..''


Bazı şarkıları bazı insanlarla dinlemeyi isterdim..
Ama "Stairway to Heaven'' yalnızlar şarkısı.Onu dinerken aynı anda düşünüp,ağlayıp,dans edip, anlamsızca kahkaha atabiliyorum.
Özellikle de kasetten dinliyorsan..Kasetin başa sarılmasını dakikalarca beklersin,ve  bu minik zahmet daima zevk vermiştir bana..
İşte bu yazacağım yazıyı mum ışığında ve "Stairway to Heaven'' dinlerken yazdım mavi defterime..Oradakileri de buraya yazacağım şimdi.
Ama şunu bilin ucu kütleşmiş kurşun kalemle yazmak,klavyeye dokunmaktan çok daha manidar.


Çok uç hayaller kurmuyorum aslında..(Janis Joplin gibi olabilme dışında.)


Bir Adam hayal ediyorum,kıyafeti ruhu kadar salaş.
Hayatımı O'na adayabileceğim biri.


Onunla sokaklarda bağıra çağıra şarkı söyleyip gitar çalabiliriz,boş bulduğumuz çimenlere yatabiliriz.Sokaklarsa sadece ikimiz varmışcasına..
Külüstür bir arabamız olur belki.Bagajında bisikletler..İlçe dışında bir yere gideriz,belki deniz kenarına.Alırız teybimizi,koyarız yere deli gibi döneriz dans ederiz..Beceremeyiz.
"El alem ne der?'' demeden.


Ben sırf O istedi diye saçlarımı boyatırım belki,O da sırf ben istedim diye uzatır saçlarını omuzlarına kadar..


Beraber şahit oluruz gün doğumuna.El ele dinleriz ezanı..El ele ağlarız geçmişteki yalnızlığımıza üşüyerek,ama artık yalnız değiliz..Yan yana saf tutmak,işte o zaman Dünya "hiç'' olur.


Hayal işte..Umudun ağır bastığı bir hayal.