30 Aralık 2012 Pazar






Babacığımın en sevdiği parçalardan ikisi...

31 Ekim 2012 Çarşamba

Ülkenin kalkınmaktan ve çoğalmaktan daha fazla ihtiyaç duyduğu bir konu var,vicdan.Ve bu vicdan meselesi iktidara düşmez.

   Kürtaj yasağına karşı çıkıyor oluşum sayesinde 'Sen ne biçim Müslümansın!?' tepkileri üzerine..


  İslam'da insan,anne rahmine düştüğü andan itibaren fert sayılır ve böylece canının alınması cinayettir.
 Kanuna göreyse doğmamış bebek fert sayılmaz ve bu kanunun var olduğu ülkenin başbakanı 'Kürtajın Uludere Katliamından farkı yoktur!'diyemez..Derse karşı çıkan elbet olur.
 Fakat karşı çıkanların da aklanacak yanı elbette yok.Akp karşıtı olduklarını göstermek için saçmalamanın alemi yok.
(Sağlık zorunlulukları yüzünden yapılması gereken kürtajın yasaklanmasına karşı çıkanları hariç tutuyorum.)
 İçinde analık hissiyatı olan bir kadın çocuğunu öldürmez.Peki bu analık hissiyatı nasıl kaybolur?Tecavüze uğrayarak yani bir travma yüzünden..İstatistik veriler tecavüze uğramış kadınların ömür boyu psikolojik tedavi almalarının yüksek oranda olduğunu söylüyor.

 Tecavüze uğramış kadın o çocuğu doğurursa ömrü boyunca tecavüzcüsünü hatırlayacak ve anne-çocuk ilişkisi sağlıklı ilerlemeyecek.Tabii bu bir ihtimal.

  Ama bir kadın kaçamak cinsel ilişki yüzünden olan 'istenmeyen çocuğu' kusura bakmasın öldürmeye hakkı yok.Nefsini kontrol edemiyorsa çocuğun suçu ne?Kadın kendi bedeninde elbet kendi kararını uygular,onun bileceği iş.Fakat bu bedeni artık suçsuz bir bebekle paylaşıyor.
Bu ilişki sonucu çocuğu doğurursa onun için zorluklar başlıyor demektir.Kim bilir belki adam kadını istenmeyen çocukla beraber terk edecek..Çocuk gayri meşru doğma nedeniyle toplumda gördüğü muamele ile sağlıksız bir birey olacak.Ama kürtaj uygulanırsa bunların hiçbiri olmayacak kadın da erkek de mutlu mesut yaşayacak..

Amerikanın bazı gelişmemiş eyaletlerinde gayri meşru çocuk doğumlarının engellenmesi için,kadınların kürtaj yaptırması için belli bir bütçe ayırıyor.

Ama bizim devletin başındakiler Müslüman(!) olduğu için gayri meşru ilişkileri bu şekilde engellemeye çalışıyor.Üstelik dini değerleri araç kullanarak.
Devlete ne?Senin anayasanda 'Laik' yazıyordu hani..İnsanların ahlak ve vicdan bekçiliğini yapmak sana mı kalmış?
Ha pardon amaç nüfus fazlalığı ve kalkınmak değil mi Adalet Kalkınma Partisi?
Halkın ay sonun getirmek için ek işlere başvurduğu ülkede 3 çocuk istemen de bu yüzden zaten..Belki kürtaj da.
    Ülkenin kalkınmaktan ve çoğalmaktan daha fazla ihtiyaç duyduğu bir konu var,vicdan.
Ve vicdan insan kalbine yasakçı hükümlerle getirilmez..

12 Ekim 2012 Cuma

Klavye ateistlerinin ''Kadın" üzerinden sürdürdüğü dalga..

 Bazen ateistlerin kitap kapağı kaldırmadan kitap tozu yutmadan klavyeden dinlere çamur atma çabalarına rastlıyorum ve bu beni güldürüyor..Ateistliği internet sitelerindeki Niçe sözlerini benimsemekten ibaret sanıyorlar,düşünmüyorlar..Hatta öyle bilgisizler ki hakkında kulaktan dolma şeyleri (ki bu Türkiye'de hep böyle) ayette,sünnette,tasavvufta varmış gibi kabullenip alay ediyorlar..Ama sorsan Dante'nin İlahi Komedya'sını yüzde doksanı okumamıştır.

Yine bu aileleri tarafından zorla bayram namazına kaldırılan ''sanal ateistlerin" paylaşımlarına ve yazdıklarına göz atıyordum.Müslüman adamların çocuklarla evlenmesini eleştiriyorlar.İslamın buna izin verdiğini sanıyorlar...'Öyle bir şey yok,ergenlikten önce evlendirilemez' diyoruz,'Nasıl yok!Muhammed Ayşe ile 9 yaşında evlenmiş!' gibi saçma sapan rivayetleri İslam'a lanse ediyorşar..Bir keresinde deş öyle dediklerini gördüm,''İslam kadınlara ne kadar değer veriyor..Bakın Muhammed karınız size itaat etmezse onu dövündiyor!"

Bu yazıyı okuduktan sonra epey düşündüm.Evet.Veda Hutbesinde şöyle:

(eda Hutbesinin binlerce yıl önce Muhammed tarafından söylenmesine rağmen Evrensel İnsan Hakları ile ne kadar örtüştüğünü görebiliriz.)

''Eğer gelmesine müsaade etmediğiniz bir kimseyi evinize alırlarsa,Allah, size onları yataklarında yalnız bırakmanıza ve daha olmazsa hafifçe dövüp sakındırmanıza izin vermiştir."

yazıyor.( -kaynak için tıklayın- )
İşte sorun tam olarak bu!Buradaki ''dövün" Arapça'daki ''darb" kelimesinden tercüme edilmiştir.Tercüme eden ''Türk Din Adamları" kelimeyi nefsi lehine çevirmiştir ve yıllarca halka böyle okutulmuştur.Hatta kadının şiddete uğramasını Türk Erkeği ''E din öyle buyuruyor" bahanesine sığındırıyor.Oysa ki ''darbın" sarsmak,itmek,cezalandırmak anlamı da var. ''gelmesine müsaade etmediğiniz bir kimseyi evinize alırlarsa" daki ''kimse" müzekker yani erkektir.Bu erkek de hutbede yabancı erkek olarak kastedilmekte.
630'lu yıllarda Arap Cahiliyesi ve sözde ''Çağdaş Avrupa''da bile kadınlar,erkeklerin soyunu devam ettirmeye yarayan çocuk doğurma makineleri olarak görülürken bu rezalete son veren Muhammed'in İslam çağrısı değil miydi?
.İslam,kadını  kocasına ve ailesine ihanet etmediği sürece kadına her türlü özgürlüğü zaten verdi.
Örneğin kadının kocasını boşama hakkı.Kadın hayatını o erkekle devam ettirmek ve çocuklarını onunla büyütmek istemiyorsa çocuklarını yanına alıp başkasıyla evlenebilir veya iffetini ve çocuklarını koruyarak kendi ayakları üzerinde durabilir.Ve kadının nikah sırasında eşinden mehir miktarını,boşanırsa alacağı tazminatı ve üzerine kuma gelmesini reddetmesinin de hakkı olduğunu hatırlatmak gerek..Çünkü bu ülkede kadınlar bu haklarından habersiz.

Fakat Katolikler'de öyle mi?..Değil kadının,erkeğin bile bu evliliğe son vermeye hakkı yok.Çünkü hangi mantığa hizmetse ''Dinde yeri yok''..Birbirini sevmeyen karı-koca başkalarına aşık oluyor,cinsel ve duygusal ihtiyaçlarını giderdikten sonra gayri meşru çocuklar oluyor.Fakat bu çocuğun annesinin ve babasının evlenmesi imkansız,çünkü başka aileleri var.Sonra o çocuk toplumda ''öteki" muamelesi görüyor ve sağlıksız bir birey olarak ömrünü tamamlıyor.Ali Şeriati ''Kadın" adlı kitabında,Amerika'daki Katoliklerin gayri meşru çocukları hakkında yazmıştır,sf.65'i okumanızı öneririm.
İslam kadına öyle değer veriyor ki ilk iman etme(Hz.Hatice) ve ilk şehid olma(Hz. Sümeyye) şanın kadına veriyor.Şunu asla inkar edemezsiniz:İslam'da aile kavramı çok önemli.Ailedeki esas unsur anne,yani kadındır.İslam'ın buyurdukları ve özgürlükleri mutlu bir kadını,mutlu bir kadın mutlu bir aileyi,mutlu bir aile mutlu çocukları,mutlu çocuklar mutlu bireyleri ve bu bireylerse mutlu ve sadakat çerçevesinde bir dünya oluşturur.


“Onlar hala Kur'an üzerine gerektiği gibi düşünmeyecekler mi?"

 (Nisa 4/82)




23 Ağustos 2012 Perşembe

Ön yargılar Öldürür

 


Başörtüsüyle istediğin ortama girmek sadece Türkiye'de mi bu denli zor?
Cevap:Evet.

Müptelası olduğum müziğin her bas gitar tınısında  yandaki fotoğrafta gördüğünüz basçı geliyor aklıma.


11Aralık 2011'de destek için Kocaeli Rock Fest'e gitmiştim.Death metal'den nefret ederim.Ama grupların çoğunun death yapması umurumda değildi,sadece Türkiye'de metalin gelişmesini ve yaygınlaşmasını isteyen bir dinleyici olarak bilet aldım ve gittim..Grupların fotoğraflarını çekip Bloguma falan koyacaktım ve kendi çapımda reklamlarını yapacaktım.Sadece minicik bir destek.


Konserin sonlarına doğru siyah-beyaz makyajlı bir grup çıktı sahneye-adını bilmiyorum gerek de yok zaten-ve objektifime bu kare yakalandı.Beni beğenmemiş beyefendi.Ama bu sadece objektife yansıyan,orada birçok nefret ve şaşkınlık dolu bakışla karşılaştığımı söyleyebilirim.Beni görünce yanındaki arkadaşının kolunu dürten kişilerin sayısı az değil.
Vasat bir grubun sevmediğim metal türünü çalarken beğenmediğim anlaşılmasın diye surat ekşitmemeye çalışmama rağmen böyle bir muameleyle karşılaşmak beni aşırı üzdü.

Aynı muameleyi gittiğim diğer konserlerde de gördüm.Örneğin Soniphere 2011'de yanındaki arkadaşını dürtükleyip gözümün içine bakarak 'Olm bunların ne işi var la burada.' dediği de hiç aklımdan çıkmaz.

Müziğin birleştiriciliğine gönülden inananlar var mı?Varsa eğer şunu söylemeliyim ki bu Türkiye için geçerli değil.Ben bunu geç anladım.

12 Ağustos 2012 Pazar

Duyuyor musunuz?Fanatiklerin gürültüsü mazlumların iniltilerini bastırıyor.

 


Cafenin bahçesine maç izlemek için taşan bu kalabalık Kibritçi Kız öyküsünü getirdi aklıma..Orada soğuktan ölmek üzere olan kızı kimse dikkate almıyordu.Şu kalabalığa bakın,polisinden siviline kadar herkes toplanmış öküz gibi bağırıyor.Aynı kalabalık Bosna'da,Filistin'de Afrika'da ölen çocuklara yardım etmek için böyle toplandı mı? Veya bir stadyum dolusu insan toplayabilir miydik yoksullara para vermeleri için?Hayır.İşte bu yüzden futboldan nefret ediyorum.Futbolculardan da.N
erede o Lefter'lerin,Metin Oktay'ların babacan tavırları?Spor ahlakı Emre'nin faşist söylemi ve Melo'nun edepsiz hareketinden ibaret oldu artık.Tamam,spor önemli bir şey insanların eğlenmeye hakkı var ama kaybedince hıncını durak camlarından alacak,kazanınca da gece boyunca arabanda korna öttürerek milleti rahatsız edeceksen başlarım eğlencene.Spor bunlar olmadan da coşkuyla takip edilebiliyor,mesela basketbol.Ha pardon,futbol kardeşlikti değil mi..Doğru,karşı takımın canına zarar veren kardeşlik..Hiç uğruna.Futbol içinde kirli paralar dönen bir endüstri artık.Spor demek gelmiyor içimden.Ve yanyana gelen iki renge bu denli anlam yüklemeye devam edin siz.
Neyse,çok konuştum,siz derbi heyecanından kalp krizi geçirin,ölün.
Çünkü dünyada başka sorun yok.

14 Haziran 2012 Perşembe

Milliyet övgüsünden sıyrıl,ondan sonra Che tişörtü giy..

 


Bugün 14 Haziran, Commandante  Che'nin 84. yaş günü. Ve bugün Che tişörtleri giyip oraya buraya Che'nin sözlerini yazan sözde solcu entelektüellerin kendini belli edeceği gün ..Che ve yoldaşlarının neyi savunduklarını ne uğruna can verdiklerini bilmeyerek kendilerine solcu diyecekleri gün..

Bugün 'sol' partilere bel bağlayan pasifistlerin devrim umuduyla yaşadıklarını unutarak 'Yolun,yolumuzdur Che!' diye haykıracaklar.Oysa Che'nin yolu pasifizme karşı bir fiil gerektiren yoldu. Sosyalizmin askeri darbeler ile değil,halkın bütünlüğüyle olacak devrime inanmıştı Che.
Sosyalizmin 's'sinden anlamayan milliyetçiler,millet ile halkın aynı anlama gelmediğini bilmeyecekler ve oy verdikleri sol partilerle devrimci ruhlarını(!) tatmin edecekler.
Hala Che'nin cinsel tercihinden dolayı soru işaretleri olacak kafalarında ve çantasından Atatürk'ün yazdığı Nutuk kitabının çıktığına inanacaklar.
'Ne mutlu Türk'üm' deyip Türk olmakla övünecekler.
Lağım farelerinin izini süren papyonlu politikacıları destekleyip kapitalizme köle olmuş şekilde ilerleyecekler.Diktatörlerin sempatizanlığını yaparken Che'yi sevdiklerini söyleyecekler.
Onlar Che'yi de,sosyalizmi de,sol görüşü de,halkların kardeşliğini de,hür ruhu da anlamayacaklar..

İyi ki doğdun Ernesto Che Guevara!İyi ki doğdun milliyeti olmayan adam!

Kahve.

 


Kahve...Köpüksüz,şekersiz,acı ve sıcak..Bir içecek bu kadar çok sevilir mi?!Bu kahve aşkım çok eskiden beri var aslında..

 Küçükken bana göre yetişkin olmak kahve içmek
 demekti..Evin genç kızı kahveyi yapar..Köpük hilesinide unutmaz(köpük hilesi:kahve piştikten sonra fincanlara dökülür ve üzerleindeki köpükler kaşık ile fincanlara paylaştırılır tükürmek değil yani..)tepsiden gözünü ayırmadan içerdekilere sunar..O yapan kızı çok özenirdim.içimden 'biz de varız burda insan bize de koyar'derdim.Babamın kahvesinde olurdu hep gözüm o da beni kıramamaz içirirdi tabii şu sözü söyleyip 'bukadar kahve içesen karakız olursun..düğününde kar yağar.'Kalabalık içinde herkes kahvelerini hüpürdetip siyasetten bahsederdi...
 Şimdi o gıcık olduğum,bana kahve koymayan abla gibiyim.İstediğim kadar kahve içiyorum,köpük hilesi yapabiliyorum,'eline sağlık kızım' lafını işitebiliyorum..Tek fark ben küçük çocuklarada 'kahve ister misiniz?' diye soruyorum..Tabii arkadan annesi 'aa..çocuk kahve mi içermiş!..' diyor o ayrı..Şimdiyse 'karakız' olacağım günü ve 'kar yağacak düğünümü' bekliyorum..

Enkazdaki Tatlı Portakalın Kokusu


 Yıl 1999..17 Ağustos depreminden 4 ay sonra..Ailemizin ruhen yıkımı ve Küçük Rana..Depremi yaşadığımıza dair pek bir şey hatırlamam..Fakat unutmadığım şeyler de yok değil..
  Anneannem ve dedem aylarca çadırda kaldıktan sonra başka bir eve taşındı. Depremde sağ kalan eski,kasvetli ''soğuk '' bir ev..Bahçesi çalılıklarla dolu ve karanlıktı.Yerle bir olan Adapazarı..Ama o durumda bile gülen ve anneannem ve dedem  vardı..Güldüren.
  Ailenin genetiğinde olan et düşkünlüğü bende de vardı elbet.Ve dedemin milletin ekmek için bile saatlerce beklediği zamanda kasap,market hiçbiri olmadığı halde almıştı..Nasıl aldığını bilmiyorum kimseye sormadım da..Acaba sağ olsaydı sorar mıydım ?!
  Bir de deprem oyunu..Zeki kuzenimin parlak fikriydi.Minderleri yıkıp altına girerdik.''İmdat!Kurtarın!''Şimdi oynadığımız oyunladan çok daha masumdu.
  O ev ben kokardı.Saçlarım,oyuncaklarım kokardı.Aslında dedemin ve anneannemin evi hep öyleydi.
Depremden yırtık bir şekilde çıkan lacivert koltuk silinmiş ve üzerine kare desenli örtü serilmişti yırtıklar görünmesin diye.Mutfakla birleşik o odada minik bir kuzine.İşte onu unutamam oyun oynadığımız minderleri önüne çeker otururduk dedem ben anneannem ve kardeşim..
   Ananemin ay şeklinde kestiği portakallar..Dedemin gazete hışırtıları,çıtırdayan odun sesi, şapırdatarak yiyen kardeşim..Unutmam o ''sıcak'' odayı.Yeşil-turuncu pijamamı ve sarı çoraplarım..Onlarla fotoğrafımın olması şans..Enkazda kalan onca fotoğraftan sonra fotoğrafların değeri iyi biliniyor..
    
     İşte o ''ay'' şekilli portakallar tatlıydı,çünkü o zamanlar ben üzülmeyim diye gülümsemelerinden taviz vermeden rol yapanlar vardı..

Şimdiyse ekşiler..
 

7 Haziran 2012 Perşembe

Perihan Savaş'ın Fasulyesi.

  


Eski türk filmlerini sevdiğim pek söylenemez..İzleyecekcek bir şey olmadığı zaman izlerdim şu 'Afacan,Sezercik,Bitirimler Sınıfı'' vb. gibi filmleri...
 Bitirimler Sınıfı'nı 10 yaşında falan izlemişimdir..Ve hiç unutamdığım sahneyse öğretmen rolündeki Perihan Savaş'ın fasulye yiyiş sahnesiydi..
  Sezercik okulda ceza alır ve yemek yemesi yasaklanır.Zehra Hanım(Adile Naşit) ona gizlice yemek götürür o sırada bayan öğretmen (Perihan Savaş) gelir ve o yemeği yani fasulyeyi ağız sulandıracak şekilde yer..
  Sezeciğin bakışları gözümün önündedir hala.
 Taze fasulyeyi zaten çok severim , o gün anneme taze fasulye yaptırdığımı iyi hatırlıyorum..O sahneden sonra insan tok bile olsa 2 tabak fasulye yer.Yerken fasulyeyi aynı Perihan Savaş gibi ön dişleriyle çiğner.

18 Mart 2012 Pazar

"Hayat Sokaklarda..''


Bazı şarkıları bazı insanlarla dinlemeyi isterdim..
Ama "Stairway to Heaven'' yalnızlar şarkısı.Onu dinerken aynı anda düşünüp,ağlayıp,dans edip, anlamsızca kahkaha atabiliyorum.
Özellikle de kasetten dinliyorsan..Kasetin başa sarılmasını dakikalarca beklersin,ve  bu minik zahmet daima zevk vermiştir bana..
İşte bu yazacağım yazıyı mum ışığında ve "Stairway to Heaven'' dinlerken yazdım mavi defterime..Oradakileri de buraya yazacağım şimdi.
Ama şunu bilin ucu kütleşmiş kurşun kalemle yazmak,klavyeye dokunmaktan çok daha manidar.


Çok uç hayaller kurmuyorum aslında..(Janis Joplin gibi olabilme dışında.)


Bir Adam hayal ediyorum,kıyafeti ruhu kadar salaş.
Hayatımı O'na adayabileceğim biri.


Onunla sokaklarda bağıra çağıra şarkı söyleyip gitar çalabiliriz,boş bulduğumuz çimenlere yatabiliriz.Sokaklarsa sadece ikimiz varmışcasına..
Külüstür bir arabamız olur belki.Bagajında bisikletler..İlçe dışında bir yere gideriz,belki deniz kenarına.Alırız teybimizi,koyarız yere deli gibi döneriz dans ederiz..Beceremeyiz.
"El alem ne der?'' demeden.


Ben sırf O istedi diye saçlarımı boyatırım belki,O da sırf ben istedim diye uzatır saçlarını omuzlarına kadar..


Beraber şahit oluruz gün doğumuna.El ele dinleriz ezanı..El ele ağlarız geçmişteki yalnızlığımıza üşüyerek,ama artık yalnız değiliz..Yan yana saf tutmak,işte o zaman Dünya "hiç'' olur.


Hayal işte..Umudun ağır bastığı bir hayal.

27 Aralık 2011 Salı

Noel Baba'ya saygı duyulmalı.


Dünyada dinlerle hep dalga geçilmiştir.Bu alayların altında hep dünyevi çıkarlar olduğunu sa söyleyebiliriz. Sadece İslam'la da değil Hristiyanlık'la da.Nasıl mı?



Noel baba  Hristiyanlar için dini bir kişilik. Dikkat ettiniz mi bilmiyorum yılbaşı için piyasaya sürülen çamaşırlarda ve Show TV'nin reklama giriş görüntüsünde noel baba kostümü giymiş seksi kızlar var. Dans falan ediyorlar.Cinsellikle objeleştirilmiş bir husus söz konusu..Ve bu noel alaycılığını yapanlar Yahudiler
. Buradan Show TV'nin Yahudi kanalı olduğunu da çıkarabiliriz..



Papa bu konu hakkında defalarca uyarıda bulundu.
Bu seni ne ilgilendiriyor gösterecekse Hristiyanlar göstersinler tepkilerini diyeceksiniz..Papayı ciddiye alan Katolikler gösteriyor tabi..


Ve ben kendi adıma konuşuyorum.insancıl düşünmek gerekirse hangi din olursa olsun dinlere yapılan alaylar "insanlığın" yok olmasına neden oluyor.Bu bir ateiste yapılsa dahi..zaten onurlu bir ateistin dinlerle alay edeceğine inanmıyorum. Çünkü manevi inanışlar insanların en hassas noktasıdır.İnsan olan Müslüman da Budist de Yahudi de Hristiyan da diğer dinlere saygısızlık etmez.

31 Ekim 2011 Pazartesi

Devlet Başörtülülere Yapacağını Yaptı,Size Ne Oluyor?

 Çağımız gençleri pek bir özgürlükçü(!) pek bir feminist(!) olmuş da haberimiz yokmuş.Apolitik gençler rahat duramıyor sosyal medya tırıvırısıyla ilgi çekmeye çalışıyorlar.
Öyle özgürlükçülükleri kabarıyor olmalı ki yıllardır bu ülkenin insanı tesettürlü kadınları mahalle baskısına boyun eğmiş mağdurlar olarak algılayıp tesettürü bir tercih,bir insiyatif ve inanan kadının kendi kimliğini bu şekilde göstermesini gerici olarak algılıyorlar.
Yıllardır sistemin başındakiler başörtülüleri işten kovdular,okula almadılar hakaret ettiler.Bunları bizat annem ve teyzem yaşadı ve sıranın bana geleceğini tahmin etmiyordum desem yalan olur.
Kamusal alan,eğitim yasakları devletin yapmış olduğu zulümdü.Bir de medya gibi sosyal mecraların yapmış oldukları var ki hala süregelmekte.Ülkede 4 kadından 3'ünün tesettürlü olması gerçeğini yoksaydılar.Sayımız  bu kadar çokken bırakın başrolü kaç tane 'dini meaj içerikli' olmayan sinema filminde,dizide,reklamda figüran rolü dahi olsa 'başörtülü kadın' oynattılar?Toplum bu gerçeği içselleştirmedi,başörtülü kızları bu tip alanlardan itti.Onlar tehlikeli miydi?
Hayır.Sadece Türkiye insanı ayetleri yaşayan kadını,dini kimliğini bedeniyle gösteren kadını sevmiyor,'dinini yaşayacaksa içinde yaşasın gözümüze sokmasın' diyor..Göze sokmaymış!Siyasi simgeymiş!Uydurdukça uyduruyorlar..
Küçüklüğümden beri süregelen başörtüsü direnişinin içindeyim.Çok iyi hatırlıyorum,minicik başörtülerimizi takıp ellerimizde 'Yasak Sürüyor,Pes etmeyeceğiz!' pankartları ile her cumartesi 12.30 da Adapazarındaki AKM önündeki merdivenlerde basın açıklamalarına katılırdık.(Halen devam etmekte.)
Bu örnek dışında,yıllardır adaleti ayakta tutma çabası ve 28 şubat kırıntıları Türkiye'nin başörtülü kadınların imtihanı oldu..Murat Menteş başörtülü kadınların tutumu hakkında şunu yazmıştı:

'Başörtülülerin çok yüce gönüllü oldukları fikrindeyim. Yıllar geçti
hala onlardan hiçbir zarar görmedik. Ne kafamıza taş attılar, ne yollarda bize
hakaret ettiler, ne de yemeklerimize ilaç koydular. Sıfır. Şaşılacak denli
sabırlılar. Yalnızca bir-iki protesto gösterisi, hepsi bu. Dinamit yok, sopa
yok, zehir yok. İnanamıyorum yani. Bir insanı bu kadar kışkırtın, bu kadar
üzün, millete faydası dokunacağı halde engelleyin, hırpalayın aşağılayın o da
sizin suratınıza uçan tekme atmasın ? Hala güler yüzle, anlayışla, kibar bir
ifadeyle konuşmaya, bizim gibi barbar şebeklere laf anlatmaya çalışsın. Hz.
Eyyub sabrı var başörtülülerde. Ben böyle olgunluk, böyle leydi nezaketi
görmedim.'

Gerçek özgürlükçüler de,feministler de,komünistler de,kimliğindeki din hanesinde 'islam' yazmayanlar bile bu direnişte 'Başörtülü Kadın'dı.Sayıları azdı..
Birkaç yıl geçti.başörtüsüne kısmi özgürlük geldi.(bu tabirin ne kadar komik olduğunu söylememe gerek var mı?)
Ama birtakım tip,hala bize tahammül edemiyor..Kendimden örnek vereyim.Liseye geçtiğimde örtündüm ve bu halim öyle büyük bir tehlike oluşturacak olmalı ki diğer başörtülü kızlar gibi okula alınmadım.Tek çare İmam-Hatip Lisesiydi.Defalarca,menapoza  girmiş ve gücü başörtülü genç kızlara yeten kendilerine Mustafa Kemal'in Torunları ismi takan ojeli teyzeler,Engin Noyan'ın tespit ettiği 14 numaralı aşağılayıcı bakış ile İmam Hatipleri kötülediler..

İşte biz Türkiye'nin geçiş sürecindeki depremin,sonraki yıkıntıların ve ardından kalan kırıntıların ağız kokusunu çeken genç kızlar oluyoruz.

Hatta bu çekişmeyi kendi içimizde de yaşıyoruz.Bununla ilgili bir karikatür görmüştüm geçenlerde:
Bisiklet süren bir başörtülüyü gören Kemalist 'Eyvah!İran oluyoruz..Tehlikenin farkındayım!' diye telaşa kapılıyor..Hemen ardından yine aynı kızı molla bir adam görüyor ve 'Tövbe estağfirullah!!Başımıza taş yağacak ne hale geldik!' diye dövünüyor.İşte bu ötekilerştirildiğimizi ve arada kalmışlığımızı gayet iyi anlatmakta.

Bu da benim yaşamış olduğum ve etkisinden zor çıktığım bir olay-( tıklayın )-

Şimdiye bakıldığında,çağın modernlik anlayışı olan ahlaksızlıkları yapmıyoruz.(Yapanlar var mı?Var.Ama bu çürük elmalar,yıllar boyunca onurunu koruyan ve davaları uğruna zorluklar çeken 'başörtülü kadın' imgesini asla kirletemez.)

Modernlik buysa,modern olmamaktan(!) hoşnutuz.
Siz her ne kadar görüntü kirliliği olarak algılasanız da,yasaklar koysanız da,hastanede boynunda stetoskopla,okulda elinde tebeşirle,konserde bir enstrüman başında,tiyatro sahnesinde o 1 metrekarelik kumaşı başımıza sarıp karşınıza çıkacağız.
Ve sanırım siz,Yaradanın buyruğunu yerine getirmekle dünyanın en özgür insanı olduğuna inanan kızın mütebessim tavrını asla anlamayacaksınız..










Zenginlerin gözü doyarsa yoksulların karnı doyacak

 İslam'a inanıyorlar.İslam Peygamberi'ne inanıyorlar..Cemaatler kurup Müslüman gibi yaşadıklarına inanıyorlar.Fakat lüksten taviz vermeden.Bu söylendiğinde 'Ne yani Müslümanlar sefil mi yaşasın?' sorusu geliyor hemen..İnsanlar sefillik ve lüks yaşamın arasındaki 'mütevazılık' çizgisini kaçırıyor.Özellikle Müslümanlar..


İslam'da,Sıddıki'nin ifadesiyle aşırı 'sosyalist yaklaşım' yani 'mülk tüm toplumundur' ibaresi yoktur.Yani halkın mülk eşitliği,kişilerin zekatları ve sadakalarıyla sağlanır.(Sadaka dilenciye verilen değildir.Bu böyle anlaşılsa da arkadaşımıza verdiğimiz hediye de ona sadakatimizi gösteren sadakalardır.)Ama gördüğüm gibi bu rızayla sağlanan ve İslam'ın da istediği eşitlik ne yazık ki yok olmakta.Ayetlerde de görüldüğü gibi insanla yoksulluğuyla da zenginliğiyle de imtihan olduklarını unutuyor.

Bu duruma binaen en sağlam örneği Suud Krallığı ve varislerini gösterilebilir.

Suud Kralının yeğeni birkaç gün önce Mekke'de kapanan Bodrumda soyunan üzerinde milyon dolarlık takılar olan bilmem kaçıncı karısıyla 85 metrelik yatıyla Bodrum'a tatile geldi..

Hangi Müslüman olursa olsun,mal varlıklarının haddini görünce tüylerim diken diken oluyor..
Nefsani açlık başa gelebilecek en kötü şey,insanlık dışı,Müslümanlık dışı.

Dünya'daki en yoksul ülkenin (Somali),en zengin ülkenin (90 bin 149 dolarlık kişi başına düşen gelirle,Katar)  yani Müslüman ağırlıklı olması bu acı tablonun en net göstergesidir.

Bu Dünya'daki genel rezaletti.Peki Türkiye'de durum ne?Devletin başındaki Akp hükümetinin eşleri kadınsı harcamalarını had safhada yapıyor.
Cemaat menfaatleriyle ihya olmuş Müslümanlar cipleriyle kendi cemaatlerinin yardım vakıflarıyla hayır yapıyor.O kadar 'ötekileşmişler' ki, diğer cemaatlerin yardım hareketlerinden kendileri soyut tutuyorlar.
Hele bazıları bu mülk paylaşımını ve nefsi zorlama hareketini sadece kandillerde,bayramlarda,Ramazan ayında yapıyor.

Diğer zamanlarda ise kollarında Trabzon işi burma bilezikler ve kafada 469,99 tl. verdikleri Vakko eşarp ve gardıroplarını dolduran 529,99 değerindeki pardösülerini giyip ( bkz: Ala Türban Modası badem bıyıklı kocalarının lüks  arabalarına binip Caprice Otel'ine gidecekler.Böyle insanları çok görüyorum ve görüldüğüne de inanıyorum.
Vakko demişken,geçtiğimiz ay Şevval Sam 'Başörtüsü benim
için tekstil ürünüdür.'' demişti..Maneviyata saygısızlık yaptığı üzerine yığınla tepki aldı.Ama eleştirenler örtüdeki maneviyatı İslam temeli ve Peygamberin yaşam felsefesi olan mütevazılığı yok ederek öldürenlerin kendileri olduğunu unuttular.


Engin Noyan;gittiğim bir konferansında yağpığımız bu fazla harcama ve dinimizce yasaklana israfa şöyle değinmişti ''Kudretin gösterişe ihtiyacı yoktur!''
Beytullah yani Allah'ın Evi Kabe bile kare,yamuk yumuk,gösterişsiz bir taş yapı olmasına rağmen ümmet ona aşık ise bunun nedeni görüntüsü değil maneviyatıdır.Allah,evini elmas camlardan Babil Kuleleri gibi ihtişamlı ve yüksek yapabilirdi.Yapmadı.

Ha diyeceksiniz ki,ehli beyt gibi çadırda yaşayıp üç beş kıyafetle mi ömür geçirelim?
Hayır çağ değiştikçe insanın yaşam koşulları da değişecektir.Mülk fıtri ihtiyaçtır,ama fazlası insani tüm sorunları berberinde getirir.Bu değil bir Müslüman'a,hiçbir insana yakışmaz.

'En şaşalı otellerde kalarak, en pahalı turlarla yolculuk yaparak ve bir milyon müslüman arasında hepsinden daha seçkin ve daha ayrıcalıklı olarak mutlu bir hac ibadeti ifa eden kişi,inançta ibrahim,davranışta nemrut gibidir..'

Ali Şeriati

19 Ekim 2011 Çarşamba

Herkesin hakkında çok şey yazdığı konu: PKK

 Normalde güncel konulardan uzak kendi dünyamla ilgili yazılar yazardım bu blogta.Söylemek istediklerimi kısa tweetlerle anlatırdım.

Fakat bu konuyu 140 karaktere sığdıramadım,düşüncelerimi buraya yazmaya karar verdim...

 Önceki yazılarımdan birinde değinmiştim dedem banka memuruydu.Sürekli tayini çıkıyordu ve genelde doğu şehirlerine 1950lerden bahis ediyorum.Anneannem de onunla o şehirlerde bazen yıllarca bazen aylarca kalıyordu.Hakkari'nin dış sınıra uzak bi köyündede de bulunmuşlar.O zaman böyle değilmiş tabii.1 seneye yakın kalıp hakkariden sağ salim ayrılmışlar.
 Geçen gün anneanneme sordum.Kürtlerle bu kadar iç içeyken terör hakkında o insanlarla hiç konuşmuş mu diye.Konuşmuş.
 Komşu olduğu küçük bir evde fakir bi aile varmış.Yaşlı bir kadın kızı oğlu gelini ve torunları beraber yaşarmış.Ailede tek Türkçe bilen büyük torunmuş.Yaşlı kadını o torun tercüme etmiş.Kadın şöyle anlatmış,"Ben gençken köyümüzün genç kızlarını asker kaçırıp dağda tecavüz ederdi.Gece kapılarımıza kırmızı boyalarla X işareti çizer ertesi sabah kapısı boyanan evlerde infaz ederlerdi.Şimdi o köylerin gençleri devlete ve askere kin güdüyor ilerde çok kan dökecekler'' demiş.
 Haklıydı.
Dayım İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler mezunu-mezun oldu ama siyasete hiç bulaşmadı.Şimdi Adapazarı'nda sahhaflık yapıyor-
Anlattığına göre fakültede 3-4 tane kürt varmış.Belki şu an PKK savunucusu siyasiler arasına girmişler.
Onlarda Yaşlı Kadının anlattığına benzer şeyler söylemiş dayıma.Fabrikalara sadece kürtler bit konrolünden geçirilerek sokuluyormuş.Batı halkı kürtlere "çingene'' muamelesi yapıyormuş.Herkes bilir ki Kürtler misafirperverdir ve yine herkes bilir ki Kürtler intikamcıdır.

Şu anki PKK,önceki askeri reformun intikamını alıyor.O reformun adaletsizliği de şüphesiz dış dürtütlerden kaynaklanıyor.200 senelik geçmişi boyunca milletler arasında fesatlık çıkaran ABD'den bahsediyorum tabii.Buna karşı beslenen intikam,terörü meşru kılar mı?
Kılmaz.

14 Ekim 2011 Cuma

-Abi haftasonu tab ettiririm.


En çok özlediğim kelime bütünüydü bu laf..Hangimiz şu an bunu yapıyoruz ?Bana 'Bugün arkadaşlarla boğazda buluşup fotoğraf çekeceğiz..Hafta sonu tab ettireceğiz ve çoğaltıp albümlerimize koyacağız..' diyecek olan var mı?Yok..Artık herkes internetteki profillerine koymak için poz veriyor en süslü kıyfetlerini giyiyor en çekici makyajını yapıyor..Ben yapıyorum,2 dakikada bilgisayara aktarmak varken kim yürüsün de fotğafçıya gidip tab ettirsin..Tedirginliğim şu onca bebeklik küçüklük fotoğrafım varken sonraki hallerimi çocuklarıma bilgisayardan mı göstereceğim?

2 Ekim 2011 Pazar

Cehenneme zıt osun hayatım..

 Hangi eşitliği savunuyorsunuz?

Kadın ve erkek mi?Evet doğru bir savunuş..Peki dün ve bugün ya da bugün ve yarın?Bunlar neden eşit değil..ya da bunlar neden bu kadar zıt?
Eşit olan günlerden kastım şu değil bugün evde sadece TV izleyip koltukta kıç büyüttüm..yarın da öyle sonraki gün de..Hayır bahsettiğim eşitlik böyle somut bir kavram değil.Herkes ister bugün ''Nişantaşı'nda alışverişteydim..Ertesi gün Florya'ya gitmeyi düşünüyorum" demeyi.
Soyut olarak ele alırsak anlatacağım şuydu.
11 Haz. 2011.Bir fotoğaf  kulübüyle fotoğraf turunu çıkmıştım aşırı güzel bir gündü yeni insanlar tanımıştım.Ayaklarım gerçek manasıyla su toplamıştı.Ve mis gibi bir uyku
Peki ertesi pazar sabahı ne oldu?


Anne,baba,çocuk,kardeş..Kulağa ne kadar hoş geliyor,kalbe ne kadar da huzur veriyor değil mi..Bir de şöyle düşünün ayrı ayrı anne baba..
Pazar sabahları nasıldır bilirsiniz annenin kahvaltı hazırlaken çıkardığı tabak çanak sesleri,babanızın gazete hışırtıları erkenden kalkmış kardeşinizin bet sesiyle mırıldandığı şarkı..
Bu sesler kulaklarımda çınlıyor.Ve öyle özlüyorum ki..
Ben bu sabahları sayılı yaşadım.Sayı verebilirim bile,hepi topu 10-15 kere..

Ve kahkahalarla sarsılan evim bağırışlarla sarsılmaya başladı..Ve sonra evimiz diye bi şey kalmadı.Evlerim var artık.
Annem ve babamın evi..ben annemin evinde -annem ve kocasının evinde-  yaşadım.Orası cehennemin dünya versiyonu.
Eskiden evim dediğim yerde ailemin gülüşleri yankılanırdı..4 kişinin gülüşleri..

 Ve ertesi sabah yine o cehenneme uyandım.Sanki dünkü Rana eski küçük Rana'ydı..


                

3 Mayıs 2011 Salı

prenses

 


 Yağmurun iyice bastırdığı bir günde küçükken cansıkıntısından karaladığım üzerinde geniş popolu büyük gögüsleri olan olan kızlar çizdiğim ve onları boyamayı unuttuğum 100 yaprakı çizgili bir defter..O defterin en çok tırtıklı plastik kapağını seviyordum..İlk aldığımda hiç sevmediğim bir defterdi üzeindeki kırmızı güller filan...E can sıkıntısı ya bu o çizdiğim kadınları çiçekleri gülen suratları kalpleri..hepsini sildim.Tabii kalemi bastırarak çizdiklerim hariç..O sayfaları kopardım.Yırtılan kağıt sesleri pencereye vuran yağmurlar bir yandan da yemek kokuları..

Yemek kokusu konusunda her zaman hassastım..Özellikle duştan çıktığımda..Hindistan cevizi şampuanıyla yıkadığım saçlarımın ve annemin en pahalı parfümünü gizlice sıktığım pijamamın mis kokusunun geçmesi beni deli ederdi..Prensestim çünkü,saftım.Ananemin evi çok mistik bir havaya bürünürdü yağmur yağarken güneşlikler çekilir ışıklar yakılırdı erken olmasına rağmen ..Hiç istemezdim,ışıktan nefret ederdim..Hala öyle.Anarken üzüldüğüm kişi yoktu..Nefretim ateşlendirecek biri yoktu aşık olduğum biri de yoktu..Küçüktüm çünkü..Garip bir çocuktum.O zamanın en bilindik pop şarkısı veya okulda öğrendiğimiz şarkıları değil o zaman adını hiç bilmediğim bir türü mırıldanırdım.Arasıra tv de duyduğum o 'uyduruk ve anlam ifade etmeyen sesleri'...Arya söylerdim..Ğaaa-Ğooo-ğiii-aaaooğ..Sesimi kalınlaştırıp tizlerştirerek..Şanslıydım ki bana 'kapa çeneni diyen olmamıştı'.O deftere gelince..Onu hatıra defteri yapacaktım ilk ananeme yazdırdım..Bana Papatyam derdi..Sarı saçlı beyaz tenli olduğum için..Yine öyle dedi ve yazdı..Daha sonra işten gelen dedem..Emekli banka müdürüydü..Tüm ailenin de müdürüydü..Ondan hiç bir zaman çekinmedim otoriter bakışlarından hiç..Onada yazdıracaktım..Emekli olmasına rağmen bi dükkanı varrdı kitapçıydı..Eve geldi he zamanki gibi ilk önce çizgili pijamalarını giydi namazını kıladı loş odada uzun ve zayıf bedeniyle gülümsedi ve yanıma oturdu..Ona dede diye hitap etmeyi çok özlediğimi şu an anlıyorum..Dede lafının 4 senedir kimseye söylemedim..

Sıra ondaydı..Defteri verdim ve masadan turuncu tükenmez kalemi uzatarak 'hatıra' yazmasının istedim..Eğik ve ince yazısıyla dualarını yazdı..doktor ol yazdı..

Şu an yağmur yağıyor..öğle ezanı okunuyor oda loş..Ama hiç kimse yok sadace bilgisayaım kedim ve ben..Artık nefret ettiğim,kızdığım aşık olduğum kişiler var.Tek değişmeyen şey ise 'hala arya söyüyorum'...

1 Mayıs 2011 Pazar

 


12 Ocak 2011 Çarşamba

 


9 Ocak 2011 Pazar




 

12 Aralık 2010 Pazar